Chunking Express Film Analizi
İnsan olmak zor, ancak iyi bir insan olmak çok daha zor. Sınırlı ve büyük ölçüde kontrolümüz dışında işleyen bilişsel sistemimiz, bu zorluğu daha da artırır. Adem ile Havva mitinde, bilgelik ağacından yenilen elma, insanın cennetten kovulmasına yol açan bir tercihi simgeler. Ancak buradaki kırılma, insanın bilgiyle yüzleşmesi ve bunun sonucunda bir tür 'varoluşsal sürgün' yaşamasıdır. Freud, Haz İlkesinin Ötesinde adlı makalesinde, dinlerin bu dünyadan sonraki hayatı vaadederek hazzı ertelemeyi, bastırmayı ve vazgeçmeyi önerdiğini söyler. Evet, Tanrı onları bilginin getirdiği sorumluluk konusunda uyarmıştır.
Bilgi, insanı metaforik cennetinden çıkarmış ve onu logosun, yani aklın egemen olduğu bir dünyaya fırlatmıştır. Bu dünyada, Freud'un belirttiği gibi, hazlar bilgi yoluyla doyurulmaya çalışılır. İnsan, eğitim yoluyla şekillenir ve egosu bu süreçte biçimlenir. Ancak, din ve bilim gerçekliği bastırmaya yada doyurmaya çalışırken, sanat ona sırtını döner. Ne var ki sanatçı, yalnızca vazgeçişi sahnelediğinde gerçekliğe döner; çünkü vazgeçiş, doğası gereği gerçeklikle bağlantılıdır. Sanatçı, gerçek ile gerçek dışını uzlaştıran kişidir.
Bu bağlamda sinema, insan deneyiminin güçlü bir temsil alanıdır. Kendi gerçeğini, hayallerini ve varoluşsal arzularını yansıtan unsurlar barındırır. Yine bu perspektiften bakıldığında, Hong Kong sinemasının en etkileyici filmlerinden biri olan Chungking Express, aşkın doğasını sanatın gücünü kullanarak ele alır. Film, kayıp, arzunun ertelenmesi ve platonik aşk kavramlarını, bilinçdışıyla örülü sürreal çekimler, şehrin renkleri ve karmaşasıyla görsel bir ruh içinde anlatır. Aşkın, varoluşsal doğamızla çatışmasını sezdirerek işler.
Aşk yalnızca romantik bir duygu mudur? İnsanın kendi narsistik bütünlüğünden çıkıp ötekine yaptığı en büyük yatırım, bir yansıtma ve kayıp deneyimiyle iç içe geçmiş bir süreçtir.
Chungking Express Filmine Aşk, Kayıp ve Platonik Aşkın Doğası Üzerinden Psikanalitik Bir Bakış
Wong Kar-Wai'nin, yalnızca 23 günde çektiği 1994 yapımı Chungking Express, çekildiği dönemin bağlamında önemli bir kırılma noktasına işaret eder. Film, Hong Kong’un İngiltere hâkimiyetinden çıkarak Komünist Çin’e devredilmesine üç yıl kala, tarihsel bir geçiş sürecine tanıklık etmektedir. Bu geçişin ruhunu yansıtan film, çok az mekânda, kısa sürede ve doğaçlama bir senaryo ile çekilmiştir; böylece değişimin kendisi de eşzamanlı bir eylem haline gelmiştir."
Aşk, aslında çok az bilgiyle, amatörce içine düşülen ve insanın kendini içinde bulduğu bir durumdur. İnsan, aşkın içine, bir bebeğin dünyaya geldiğinde bakım verene bağlanması gibi savunmasız bir şekilde çekilir. Ve belki de insanın kendini en çaresiz hissettiği an, aşkın kaybıdır. Filmde de bu duygu, yiyecekleri taze tutmaya yarayan konserveler ve onların son kullanma tarihleri üzerinden anlatılır.
Konserveler ve son kullanma tarihleri, alegorik bir şekilde hem Hong Kong’un sömürgeden Çin’e devredilmesiyle yaşayacağı dönüşümü hem de filmdeki karakterlerin aşkı kaybetmek yoluyla geçireceği değişimi simgeler. Bu bağlamda, Polis 223’ün yaşadığı kayıptan sonra kendi iç sesiyle yaptığı konuşmada sorduğu “Eğer anılarımı konserve yapabilseydik, onların da bir son kullanma tarihi olur muydu?” sorusu, ülkelerin, şehirlerin, aşkların, insanların ve aslında her şeyin bir son kullanma tarihine sahip olduğunu, yani geçiciliğini vurgulayan bir sorgulamadır. Chungking Express filminde her şeyin geçici olduğu ve zamanın akışı içinde bir noktada sona ereceği fikri ön plana çıkarılır.
Film, iki farklı hikâyeden oluşur. İkisi de Wong Kar-Wai’nin çocukluğunun geçtiği yerlerde geçer. İlk hikâye Chungking Mansions’ta, ikincisi ise Midnight Express’te yaşanır. Filmin atmosferi; dar sokaklar, sıkışık binalar, kalabalık insan toplulukları ve üst üste yığılmış mekânlarla doludur. Bu ortam, sanki insanın kendisine ait bir yer bulamayacağı hissini verir; birey, kalabalığın içinde yersiz, yurtsuz ve yalnız kalır.
Filmde, Faye dışında tüm karakterler isimsizdir. Bu anonimlik, bireyin bu sıkışıklık ve telaş içinde kimliksizleştiğini gösterir. İronik bir şekilde, Kaliforniya’nın güneşli günlerini hayal eden ve "California Dreaming" şarkısıyla gerçek ile hayal arasında dans eden Faye’nin bir adı vardır. Belki de yönetmen, bu kırılma noktasında bireyin varoluş alanını küçük umutlar ve hayallerle şekillendirerek, hayatın melankolisinden çıkışın tatlı bir yolunu göstermiştir.
Çünkü filmi izleyen hemen herkesin aklında, Faye’nin "California Dreaming" eşliğinde dans ettiği o ikonik sahne kalır. Tarantino’dan, film üzerine çekilen videolara kadar birçok kaynakta bu sahnenin öne çıkması, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yönetmenin izleyiciyi etkileme gücünü gösterir. Hayatın tekdüze sıkıcılığını kıran bu çocuksu dans, aslında ‘’manipülatif’’ bir umut sunar.
Hong Kong'un 20. yüzyılın sonlarındaki küreselleşme süreci ve İngiltere'nin sömürge etkisi, filmde yapay sarışınlıklar, peruklar ve aidiyet krizleri üzerinden incelikle işlenmiştir. Karakterler, kendilerine ait olmayan arzular ve kimlik çatışmaları içinde sıkışıp kalır. Bu bağlamda, "Chungking Express", metropolün kaotik atmosferinde birbirlerine ihtiyaç duyan ancak bir türlü iletişim kuramayan, hep bir adım geride kalan karakterlerin hikâyeleriyle belirsiz arzuların çıkmazını anlatır.
Filmde, Polis 223’ün hem Faye hem de sarı peruklu kadınla yollarının kesiştiği sahnelerde, aralarındaki mesafe 0.01 cm olarak belirtilir. Ancak bu çarpışmaların ardından herkes, aslında bir başkasının arzulayan kişiye âşık olur. Film, kayıp, platonik aşk ve vazgeçiş kavramlarını merkeze alırken, zaman algısını bozarak gerçeklikle rüya arasında gidip gelen bir sinematografi sunar. Aşk, burada iki kişilik bir eylemden çok, duyguların yokluğu üzerine bir anlatıya dönüşür.
Wong Kar-wai’nin kamerası, bazen sarsıntılı bazen sabit hareketlerle karakterlerin içsel dalgalanmalarını yansıtır. Neon renkler—sarılar, yeşiller, maviler—titrek kamera hareketleri ve sürekli kaçan insanlar üzerinden kaygıyı, tekinsizliği ve yalnızlığın gerilimini hissettirir. Christopher Doyle’un görüntü yönetmenliğini üstlendiği filmde, omuz kamerası kullanımı daracık sokaklardaki sıkışmışlığı dalgalı bir görsellikle yansıtır.
Filmin öne çıkan tekniklerinden biri olan "step printing", karelerin kısaltılıp yavaşlatılmasıyla elde edilen bir efekt olarak karşımıza çıkar. Bu teknik, sahnelerdeki hız ve yavaşlık arasındaki çatışmayı görünür kılar. Böylece film, yalnızca anlatısal olarak değil, görsel diliyle de duygu durumlarının karşıtlıklar içinde var olma çabasını anlatır.
Polis 223
Polis 223’ün 1 Mayıs’ta, yani kolektif umudun gününde doğması ve 1 Nisan’da, yani Şaka Günü'nde aşkını kaybetmesi tesadüf değildir. May ile ilişkisinin sona ermesiyle birlikte, yalnızca bir aşkı değil, kendi benliğini, alışkanlıklarını ve kendisinden bir parça yatırdığı o ilişkiyi de kaybetmiştir. Bu kaybı kabullenmek için kendine bir ay süre tanır; ancak bu süre boyunca yasını erteler, inkâr eder ve acısını bastırır. Gözyaşlarına bedeninde yer bırakmamak için koşar, ruhunun açlığını hissetmemek için sürekli yemek yer. Duygusal kaybını, bedensel bir deneyime dönüştürerek unutmaya çalışır.
Evinde midesi bozulana kadar ananas yiyerek ve son kullanma tarihi metaforuyla kendini avutarak, acının geçeceğine inanır. Ancak bir gün, May’in telefonunu bir erkeğin açtığını duyduğu an, gerçeklik sert bir şekilde yüzüne çarpar. Bunun üzerine bir bara gider; çünkü gerçeği yeniden bozmak ve kaybettiği duyguyu hızla telafi etmek ister. Bara giren ilk kadına âşık olacağını düşünerek etrafına bakınır. Tam o sırada, sarı peruklu kadın içeri girer. Yanına giderek ona ananas yemeyi sevip sevmediğini sorar.
May ile birlikteyken hiçbir şeyi merak etmediğini fark eden Polis 223, artık farklı biri olmak ve karşısındaki insanı gerçekten önemsemek gerektiğine inanır. Ona dair ne kadar çok şey bilirse, terk edilme ihtimalinin o kadar azalacağını düşünür.
Sarı peruklu kadın, bu soruya "İnsanlar değişir. Bugün ananas severler, yarın sevmezler." diye yanıt verir. Bu cümle, değişimin ve kaybın kaçınılmaz olduğunu, ananas metaforu üzerinden anlatır. Polis 223 için aşkın bitişi, sadece bir ilişkinin sonu değil, psikolojik bir boşluğun başlangıcıdır. Ve bu boşluğu hızla doldurmak ister. Ancak karşısındaki kadın, bu isteğe karşılık vermeye niyetli değildir. Sarı peruklu kadının karakterine ilerleyen bölümlerde daha detaylı değineceğiz.
Polis 223, aşık olduğunda kendi içsel bütünlüğünü bozarak, tüm benliğini bir başkasına yatırır. Kaybın yarattığı kırılmayı tamir etmenin peşindedir. Sarı peruklu kadınla bir otel odasına giderler; ancak kadın uyuyakalırken o, tüm gece film izler ve yemek yer. Sabah, kadının ayakkabılarını temizleyerek oradan ayrılır. Ve yine aşkta şanssızdır. Bu şanssızlığını gidermek için koşuya çıkar; çünkü vücudundan bir sıvı atması, yani kendini bir şekilde arındırması gerektiğini düşünür.
Ancak beklenmedik bir anda, koşarken telefonu çalar. Arayan, sarı peruklu kadındır ve onu yalnızca doğum gününü kutlamak için aramıştır. Küçük bir cümleyle bile olsa, bir başkası tarafından hatırlanmak ve önemsenmek, ona yeni bir umut verir. 1 Mayıs yeniden inşa edebileceği bir umudun başlangıcı olur.
Tekinsiz Kimlik: Sarı Peruklu Kadın
İnsan, duygularını ifade edebilmek ve bir varlık olarak hissedebilmek için güvenli bir alana ihtiyaç duyar. Winnicott'a göre, gerçek benliğin oluşabilmesi için bireyin ihtiyaçlarının ve duygularının karşılık bulduğu, "yeterince iyi" bir çevreye sahip olması gerekir. Ancak sarı peruklu kadın, böylesi bir güvenli alandan yoksundur. Onun var olduğu dünya, göçmenlerle illegal işler yaptığı tekinsiz bir ortamdır ve sahte kimliğinin bir yansımasıdır. O yalnızca suç dünyasının bir figürü değil, içinde bulunduğu çok katmanlı, karmaşık ve yozlaşmış sistemin bir sonucudur.
Sarı peruğu, topuklu ayakkabıları ve güneş gözlükleriyle başkalarının arzularına ve beklentilerine hizmet eden bir figür haline gelmiştir. Ancak onun çözülüşü, yine kendisi gibi sarı peruk takarak bir erkekle birlikte olan bir kadının ona fırlattığı, son kullanma tarihi geçmiş sardalya konservesiyle başlar. Bu, bir mesajdır: Artık onun da "sonunun" geldiğinin habercisidir. Sahte kimliği yıpranmış, sona yaklaşmıştır.
Bu kırılma anı, barmenle yaptığı konuşmada daha da netleşir. Loş, sarı ışıkların altında barmen ona sorar:
Bu yağmurluk da neyin nesi?"
Kadın ise cevap verir:
"Sanırım yağmur yağacak."
Daha sonra bardan uzaklaşırken iç sesiyle konuşur:
"Ne zaman bu kadar temkinli olduğumu bilmiyorum. Artık ne zaman yağmur yağacağını ya da güneş açacağını kestiremediğim için, yağmurluğumu giydiğimde güneş gözlüklerimi de takıyorum."
Bu sözler, onun belirsizlikle başa çıkma biçimini ve iç dünyasındaki karmaşanın dış dünyaya nasıl yansıdığını gösterir. Kendini koruyabilmek için sürekli bir savunma halinde, hem yağmura hem güneşe hazırlıklıdır. Sarı peruklu kadın için belirsizlik, içinde bulunduğu suç dünyasının değişken ve tehlikeli doğasıyla doğrudan bağlantılıdır. Patronunun ya da bir yabancının arzuları her an değişebilir; bu, onun varoluşunu tehdit eden bir durumdur. Gözlükleriyle duygularını bastırır, sarı yağmurluğu ise onu ölüme yaklaşan bir figüre dönüştüren bir kamuflaj haline gelir.
Ancak o, sahte benliğinin artık sona erdiğini fark ettiğinde, geçmişini tamamen yok etmeye karar verir. Kendisine bu sahte kimliği dayatan adamı – patronunu (aşkını) – birkaç el ateş ederek öldürür. Onun için özgürleşmenin ve gerçek benliğini bulmanın tek yolu, sahte benliğini yaratan her şeyi yok etmektir. Tüm sahte kimlikleri yok ettiğinde, ancak o zaman kendisi olarak var olabileceğine inanır.
Polis 663, mavi üniformasıyla Midnight Express’e girer.
Yüzünde düşünceli bir ifade vardır. Mekânda yüksek sesle çalan California Dreamin’ şarkısından rahatsız olur ve çalışan Faye’ye sorar:
“Müziğin sesi neden bu kadar yüksek?”
Faye cevap verir:
“Başka bir şey düşünmemek için.”
Polis 663 bir an duraksar, ardından tekrar sorar:
“Hiçbir şey düşünmez misin? Hiçbir şeyi sevmez misin?”
Faye, bu soruyla ilk kez karşılaşıyormuş gibi bir anlığına durur. Sonra gözlerini kaçırarak “Hayır.” der.
Bu kez Faye sorar, ancak polis sadece “Şefin salatası.” diyerek siparişini verir ve gider.
Bu an, aslında çok şey anlatır. Zaman donmuş gibidir. Dışarısı hızla akıp giderken, Faye’nin bakışları polise adeta bir fotoğraf karesi gibi sabitlenmiştir. İşte bu sahne, Faye’nin Polis 663’e olan ilgisinin başlangıcıdır.
Sonraki sahnelerde, Polis 663 sürekli olarak Faye’nin kuzeninden yemek siparişi verir. Her defasında şefin salatasını tercih eder. Kuzeni ona her seferinde farklı bir şey denemesini önerir:
“Bugün de farklı bir şey al.”
Polis sonunda farklı bir şey alır. Ona “Beğendin mi?” diye sorulduğunda, “Sevdim.” der. Ancak çok geçmeden öğrenir ki hostes sevgilisi başka bir ülkeye uçmuş ve geri dönmeyecektir.
Uzun bir bekleyişin ardından, kadın gerçekten de geri dönmez. İşte o an, Polis 663 şu cümleyi kurar:
“Keşke şefin salatasına sadık kalsaydım.”
Bu söz, aşkın, kaybın ve vedanın anlamını sorgulayan bir metafordur. Ona göre, aşkının kaybolmasına sebep olacak somut bir şey yoktur. Ama yine de kaybolmuştur. Bunun sebebini ararken, değişimin mi kaybı getirdiğini düşünür.
Hostes sevgilisi tarafından terk edildikten sonra, eski ilişkisine dair anılara hapsolur. Ayrılığı kabul edemez ve kendini avutmak için etrafındaki nesnelere anlam yükler. Perdeler, sabunlar, peçeteler ve evdeki diğer eşyalar onun için adeta ruh kazanır.
Ayrılığın en zor anı, eski sevgilisinden gelen bir mektubun ona ulaşmasıdır. Ancak Polis 663 mektubu açmaz. Çünkü o mektubu okumak, ayrılığın gerçekliğini kabullenmek demektir. O ise gerçeklikle yüzleşmek istemez.
Fakat ironik bir şekilde, Midnight Express’teki herkes o mektubu okur. Ama Polis 663 hâlâ okumamaktadır.
Farkına varmasa da, dünyası yavaş yavaş değişmektedir. Evin içindeki nesneler, konservelerin ambalajları, perdeler… Hepsi biri tarafından değiştirilmektedir. Faye, onu gizlice sevmekte ve hayatına küçük dokunuşlarla dahil olmaktadır. Ancak bu değişim o kadar yavaş, o kadar dışarıdandır ki, Polis 663 bunun farkına varmaz.
Ta ki evin su basması sahnesine kadar.
Su, sinema dilinde genellikle yeniden doğuşun, temizlenmenin ve kabullenmenin sembolüdür. Evin su basması, Polis 663 için bir doğumu simgeler.
Su her yeri sardığında, bir anda bir gerçeklik belirir:
Her şey değişmektedir.
Tıpkı nesneler gibi, insan da değişmektedir.
İşte bu noktada, artık kendisinin de değiştiğini fark eder.
Polis 663’in hikâyesi, bir ayrılığı kabullenmenin zorluğunu ve bu süreçte insanın kendisine kurduğu duvarların varlığını anlatır.
Faye:
Filmin en akılda kalan sahnelerine sahip olmasının yanı sıra, kolektif hafızada da en güçlü iz bırakan figürdür. Onu analiz ederken, Polis 663 ile ilk karşılaştığı sahneden başlamak istedim.
Midnight Express’te, Polis 663 yüksek sesli müzikten rahatsız olur ve neden bu kadar yüksek olduğunu sorar. Faye’nin cevabı ise onun karakterine dair önemli bir ipucu verir:
“Başka bir şey düşünmemek için.”
Bu yanıt, Faye’nin dünyaya karşı aldığı tavrı özetler. O, düşünmek istemez. Duygularıyla yüzleşmekten kaçınır. Düşünmek, hissetmek demektir; hissetmek ise beraberinde acıyı ve sorumluluğu getirir. Bu yüzden, tıpkı kuzeninin sürekli söylediği gibi, hayatını hayallerle doldurur. En büyük hayali Kaliforniya’ya gitmektir ve bunu California Dreamin’ şarkısını sürekli dinleyerek kendine hatırlatır. Ancak ironik olan şudur ki, o aslında yalnızca hayalini yaşar, gerçeğe dönüştürmekten kaçar.
Aşık olduğu kişiye yaklaşmak da onun için aynı ölçüde zorlayıcıdır. O, aşkı bir izleyici gibi yaşar. Duygularıyla arasında mesafe koyar, tıpkı hayalleriyle olduğu gibi.
Polis 663, eski sevgilisinin bıraktığı anılarla dolu bir evde sıkışıp kalmıştır. Faye ise onun dünyasına sessizce girmeye başlar. Evine girer, küçük değişiklikler yapar, eşyalarıyla oynar, müzik açar ve dans eder. Onunla doğrudan temas etmek yerine, hayatına dolaylı yoldan etki eder. Onun uyuyamadığını öğrendiğinde suyuna uyku ilacı katar, eski sevgilisinin izlerini silmek için odadaki nesneleri değiştirir. Hatta evde bulduğu bir saç telinden dolayı kıskançlık hisseder ve bunun için üzülüp ağlar.
Ancak Faye, tüm bu küçük dokunuşlarına rağmen, yakalanmaktan korkar. O, aşkın iç içe geçmiş, yoğun, yakıcı hâlinden kaçınır. Polisi uzaktan izler ama onunla gerçek anlamda yüzleşmek istemez. Bir gün Polis 663 aniden evine erken döndüğünde, Faye’nin yakalanmaktan ne kadar korktuğunu görürüz. O an Faye’nin hayatına gerçekten adım atması için bir fırsattır, ancak o kaçmayı seçer.
Faye, bir noktada Polis 663’e gerçekten yaklaşabilecek bir durumda olduğunu fark eder. Ancak onun için yakınlık, kontrol edemediği bir şeydir. Bu yüzden en sevdiği şeyi yapar: Kaçar. Kaliforniya’ya gitmeye karar verir.
Faye ve Polis 663, ayrılmadan önce son bir kez buluşur. Ancak bu buluşma bile, tıpkı Faye’nin aşkı yaşama biçimi gibi dolaylıdır. Polis 663, onunla bir replikada, Kaliforniya restoranında buluşmak ister. Ancak Faye, bir replikada kalmak yerine gerçeğine gitmeyi seçer. Gitmeden önce Polis 663’e bir kâğıt bırakır.
Polis, ilk başta bu yazıyı okumak istemez. Ama sonra suya atıp geri alır ve açar. Kâğıdın içinde bir bilet vardır, ancak bir yıl sonrasına ait. Faye, aşkı yaşamak için zamana ihtiyacı olduğunu söylemektedir. Onun için sevgi, anlık bir şey değil, ancak kendisini hazır hissettiğinde içine girebileceği bir olgudur.
Faye bir yıl sonra geri döndüğünde, Polis 663 de değişmiştir. O artık eski sevgilisinin anılarında takılı kalmış biri değildir. Faye ise artık hayalperest bir kadın değil, gerçeği deneyimlemiş bir bireydir. Hostes olmuştur, yani Polis 663’ün eski sevgilisinin mesleğini yapmaktadır. Bir noktada, hem kendi yolunu bulmuş hem de Polis 663’ün arzularına dönüşmüştür.
Ancak burada ilginç olan, Polis 663’ün de artık değişmiş olmasıdır. Onun için Faye, bir yıl önce olduğu gibi ulaşılmaz bir hayal değildir. Polis 663, Faye’nin ona hediye ettiği kareli gömleği giymiştir. Bu, Faye’nin dünyasına açık olduğunu, artık geçmişin hayaletlerinden sıyrıldığını gösterir.
Faye ise bu kez duygularını saklamak yerine gözlüklerini çıkarır ve ona nereye gitmek istediğini sorar. Bu sahne, Faye’nin artık bir izleyici olmaktan çıktığını, kendi hayatına dair bir seçim yapmaya hazır olduğunu gösterir.
Bu hikâyede aşk, Freud’un dediği gibi iki kişilik bir eylem değil, dört kişilik bir eylemdir. Faye, sadece Polis 663’ü değiştirmemiştir; kendisini de değiştirmiştir. Aynı şekilde, Polis 663 de yalnızca Faye’yi bekleyen bir adam olmaktan çıkmış, kendi yolunu bulmuştur.
Filmin sonunda, aşk bir birleşme değil, bir buluşma anıdır. İki karakter de kendi yollarında olgunlaşmış, değişmiş ve sonunda yeniden bir araya gelmiştir. Ancak bu kez, biri kaçan ve biri bekleyen iki kişi değil, gerçekten birbirine yaklaşabilen iki insan olarak.
Faye, Chungking Expressin en unutulmaz karakterlerinden biridir çünkü sadece bir aşk hikâyesinin parçası değil, aynı zamanda değişimin, kaçışın ve dönüşümün bir sembolüdür. Onun yolculuğu, sadece Polis 663’e ulaşma çabası değil, aynı zamanda kendisini keşfetme sürecidir. Ve belki de bu yüzden, hikâyenin sonunda Faye’nin nereye gideceği kadar, artık gitmeye hazır olup olmadığı daha önemli bir sorudur.